Gündem

Benim olmayanım

Arkasından bakakaldı. Zarlar atılmış, perdeler kapanmıştı. Biliyordu geri gelmeyecekti hiçbir zaman. Tıpkı sıkılan bir kurşun gibi, söylenen sözler, yapılan hatalarda döndürülemezdi geriye. Her saniye daha da kararan ve derinleşen bir kuyuya atılmış gibiydi. Sonu yoktu bu acının. Oysa istenen aşkın sonunun olmamasıydı, acının değil. En sevdiği parfümünün kokusu hala üstündeydi. Nefes almaktan nefret etti o an onu hatırlatıyor diye. Geçtikleri yolları bombalamak istedi. Ona ait hiçbir şey kalsın istemiyordu şehirde. Adını yeryüzünden silmek istedi bir an. Oysa bunlar onun için çok önemli değil miydi bir zamanlar… Kokusunu duymak için kazağıyla az mı uyumuştu ya da adını az mı kazımıştı kimsesiz bankların kırık tahtalarına. Az mı çiçek toplamıştı taç yapmak için o ipek saçlara. Şimdi o saçlar ona boynuna sarılan bir halat gibi geliyordu. Günler geçti. Acısı dinmek bilmedi. Sanki her gece uyuduğunda, o geliyor ve kalbini kör bir bıçakla deşiyordu sessizce, uyandırmadan. Nefret ve aşk birbirine karışmıştı. Sanki kapı çalınsa ve o gelse önce nefretini haykıracak sonra da boynuna sarılıp hıçkıra hıçkıra ağlayacaktı. Ne kapı çaldı ne gözyaşları aktı... ‘Gitmeli buralardan’ dedi kendine. ‘Gitmeli bu yorgun şehirden…’
Bavuluna koyduğu gömleklerinin arasında resimlerini görmüştü. Vakit durdu o an, yelkovan akrebi kovalamaktan vazgeçmişti sanki. Sarılmışlardı o anda ona inat yaparcasına. Bıraktı. Balkona çıktı bilinçsizce. Kuzgun karası gökyüzüne baktı, biraz çabalasa uçacaktı sanki… Ama ruhu o kadar ağırdı ki taşıyamadı kanatları onu.